Toplumda yaklaşık %1 oranında görülen şizofreninin, 16-25 yaş aralığında ortaya çıkan ve cinsiyet ayrımı olmayan bir hastalık olduğunu, her sosyal sınıfta ve her coğrafyada görülebileceğini belirtti ve dünyada yaklaşık 60- 65 milyon, Türkiye’de ise yaklaşık 450-600 bin şizofreni hastasının olduğu açıkladı. Kentlerde daha yoğun görülen şizofreninin kronik bir hastalık olmasına rağmen, doğru tedaviyle hastaların kendi yönelimleri doğrultusunda kimi zaman destekli, kimi zaman desteksiz olarak da yaşayabilecekler.
Düşünce, algı, duygu ve davranışlarda bozulmaya yol açan zihinsel bir bozukluk olan şizofreni, belirti, bulgu, gidiş, sonlanım ve tedavi açısından hastadan hastaya farklılık gösterebilir. Bu nedenle şizofreni için kesin ve net bir gidişat söylemek mümkün değildir.
Şizofreni; tedavi süreci, hastalığın doğası ve en önemlisi toplumdaki önyargılar nedeniyle hasta ve hasta yakınları için zorluklara neden olabiliyor. Pek çok şizofreni hastası yaşamları boyunca iş, arkadaşlık, çalışma gibi alanlarda sayısız engellerle karşılaşabiliyor.
Şizofreni nedir
Şizofreni, kişinin neyin gerçek, neyin hayal olduğunu anlayamadığı bir süreç, psikoz ana başlığı altında toplanan hastalıkların en temel örneğidir. Zaman zaman psikotik rahatsızlığı olanlar gerçekle ilişkilerini kaybederler. Hastaların gerçekle ilişkilerini kaybettiklerinde oluşan ani kişilik ve davranış değişikliklerine ‘psikotik atak’ adı verilir. Şizofreninin şiddeti kişiden kişiye değişir. Bazı hastalar hayatlarında tek atak yaşarken, bazıları birkaç atak yaşayabilir. Şizofreni belirtileri nüksetme ve duraksama olarak bilinen döngüler esnasında kötüleşebilir veya azalabilir.
Şizofrenide temelli tedavi anlayışı benimseniyor
Hastaların uzun süreli olarak hastanelerde yatırılmasına dayalı tedavi anlayışının kaldırılmasıyla birlikte, temelli tedavi anlayışı benimsenmiştir. Şizofreni kronik bir hastalık olmasına rağmen, doğru tedaviyle şizofreni hastaları kendi yönelimleri doğrultusunda kimi zaman destekli, kimi zaman desteksiz olarak da çalışabilirler.
Türkiye’de 450 bin ila 600 bin arasında şizofreni hastası bulunuyor
Şizofreni, bireysel ve toplumsal maliyeti yüksek bir hastalık olması nedeniyle, tüm dünyada bir halk sağlığı sorunu olarak kabul ediliyor. Şizofreninin toplumda görülme olasılığı yaklaşık %1’dir. Dünya’da yaklaşık 60-65 milyon, Türkiye’de ise yaklaşık 450 bin ila 600 bin arasında şizofreni hastası olduğu düşünülmektedir.
Şizofreni 16-25 yaş arasında başlıyor
Sıklıkla 16-25 yaş arasında başladığı görülen şizofrenide cinsiyet ayrımı bulunmuyor. Kadınlarda daha geç yaşlarda başlayan şizofrenide, hastalığın gidişi daha iyidir. Şizofreni her toplumda, her sosyal sınıfta ve her coğrafyada görülebilir. Hastalığın sıklık ve yaygınlık oranları tüm dünyada benzer oranlara sahiptir. Kentlerde şizofreni sıklığı, kırsal alana göre daha fazla, gelişmiş ülkelerde ise, gelişmekte olan ülkelere göre daha çok görülme oranına sahiptir.
Kişinin düşünce, algılama ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyen şizofreni, bireyi olduğu kadar hasta yakınlarının yaşamını da olumsuz etkiliyor. Özellikle damgalanma korkusunda tedirginlik yaşayan aileler enerjilerinin önemli bir kısmını hastalığı gizlemeye harcıyor. Hasta yakınlarının kendilerini suçlu hissettiğine dikkat çeken uzmanlar, psikolojik desteğin önemine işaret ediyoror.
“Şizofreni hastalığı, kişinin düşünce, algılama ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyen, buna bağlı olarak hastanın rollerini yerine getirmede zorluk yaşamasına sebep olan bir rahatsızlıktır”.“Bu hastaların çoğu aileleri ile birlikte yaşamakta ve aileler ise bu bakım veren rolünü, herhangi bir destek almadan yerine getirmektedir. Ancak kronik ruhsal hastalıklar, hastanın olduğu kadar ailenin de yaşamını olumsuz etkilemektedir”.
Şizofreni ile ilgili yaklaşımlar değişti
Şizofreni hastalığı ile ilgili yaklaşımların zaman içinde büyük değişim gösterdiğini özellikle aile faktörü ile ilgili bakış açısının büyük bir dönüşüme uğradı.
“Şizofreni hastalığına neyin sebep olduğu araştırılırken en çok aile üzerinde durulmuştur. Çoğu araştırmacı aileyi, şizofreni hastalığının sebebi olarak görmüştür. Ancak 1950’li yıllarda antipsikotik ilaçların keşfedilmesiyle birlikte artık depo hastaneler kapanarak, şizofreni hastalarının toplum içine karışmaları olanak haline geldi. Bu tarihten sonra ise aileyi hastalığın sebebi olarak gören bakış açısı yerini, aile tutumlarının hastalığın seyrini nasıl etkilediğine bıraktı. Aile, hastalığın sebebi olarak damgalanmaktansa hastaların tekrar rehabilite edilme süreçlerine dâhil edilmiştir.”
Ülkemizde şizofreni hastalarının aileleriyle yapılan çalışmaların, hasta yakınlarının aile yaşantılarında çatışmalar ve duygusal sorunların yanı sıra hastanın bakımı ve terapisi konusunda maddi yüklerle karşılaştıklarını gösterdiğini “Şizofreni hastalarının çoğu, hastane yatışı sonrasında aileleriyle birlikte yaşamaktadır, bu nedenle aile ortamındaki ilişkiler ve duygu dışavurumunun şizofreni hastalarında hastalığın tekrarlamaması ve yeniden hastane yatışını önleme açısından önem taşıdığını düşünülmektedir”.
Aileler suçluluk duygusu yaşıyor
Şizofreni hastalarının ailelerinin ruhsal hastalığı olan bir üyeye sahip olmakla suçlanma, utanma ve hastalığın kaynağı olma gibi duygular yaşadığını “Çocuklarının hastalığının, toplum tarafından iyi anne babalık yapmamaktan kaynaklandığı şeklinde yorumlanacağını düşünürler, topluma karşı utanılacak bir özellikleri olduğu algısı ortaya çıkar. Bunun utanılacak bir durum olduğuna karar verildikten sonra ise bunun gizlenmesi eğilimi ortaya çıkar. Aileler enerjilerinin önemli bir kısmını hastalığı gizlemeye harcayabilir. Suçlanma, utanma gibi duygularla aile kendisini toplumsal ilişkilerde kısıtlar ve böylece ailenin kendi kendini damgalaması sonucu ortaya çıkar”.
Aileye psikoeğitim verilmeli
“Bu eğitim, hasta yakınlarının hastayla ilgili beklentilerinin daha gerçekçi düzeyde olabilmesini, duygusal ve maddi yükün azaltılmasını sağlar. Destekleyici ve eğitici uygulamalar ise ailenin zorlanmasında, öfke ve depresif belirtilerinde azalmaya sebep olmaktadır. Aileler, hastalarıyla daha fazla ilgilenebilmek için eski sosyal ortamlarından uzaklaşabilirler, hastaya daha korumacı şekilde davranabilirler. Bu durum; hem kendilerini daha çaresiz ve depresif duruma sokabilirken, aynı zamanda hastanın da kendilerine daha fazla bağlanmalarına sebep olur. Aile eğitimleri; bu tarz yanlış yaklaşımların düzeltilmesi hususunda önemlidir.”
YORUMLAR:
0 comments: